4 Ağustos 2011 Perşembe

maklubeye gel :)

ramazan geldi hoşgeldi
evlere bereket geldi, hoşluk geldi, ihlas geldi.
bu sene de ramazana kavuştuk hamdolsun. biz ondan razıyız o da bizden razıdır inşallah.


ramazanla birlikte gelen onlarca şeylerden biri de, normal zamanlarda sair sebeplerle yemediğiniz yemekleri sofralarınıza konuk etmek.
işte biz de dün akşam eşimle birlikte öğrencilik yıllarımızın bir klasiği olan maklube yaptık ramazanın hatrına.
maklubeyi bilen bilir, etli salatalı pilav diyip geçebilir birçoğu.. maklubeyi maklube yapan o tepsinin etrafında dönen, ihlaslı, samimi, mütebessim muhabbettir. bazen kikir kikir gülmelerle, bazen derin derin düşünmelerle yenir bu yemek.. ama illa ki muhabbetle, hep samimiyetle tüketilir :)
bizim de dün akşam maklube tepsimize eşlik eden bir dostumuz vardı hamdolsun. hem maklube, hem muhabbet şahane olunca, iftar da unutulmaz oldu elbette..
oldum olası tarif yazmayı beceremem..
kısaca nasıl yapıldığını anlatayım:
2 su bardağı pirinci yıkadım ve tuzlu suya ısladım.
yarım kilo dana kuşbaşını yarım saat düdüklü tencerede pişirdim.
etler pişerken bir patatesi daireler halinde kesip sertliği gidene kadar kızarttım.
salatamı hazırladım. (salatanın belli bir malzemesi yok ama maklubenin yanına en çok yakışan şüphesiz kıvırcık)
et piştikten sonra;
en alta halka halka doğradığım soğanları yerleştirdim.
soğanlardan sonra; patatesleri tencerenin kenarlarına sıra sıra dizdim.
bir sıra et koydum.
piriçlerin 1/3ünü, etin üstünü kapatacak şekilde yerleştirdim
kalan eti pirincin üzerine koydum.
en son kalan pirinci döküp yüzeyini kaşıkla düzleştirdim.
üzerine biraz tuz, 1 çorba kaşığı kadar terayağ koydum.
pirincin üstünü 1 parmak geçecek kadar su koyup kısık ateşte pişirmeye koydum.


maklubemiz piştikten sonra tencereyi bir tepsiye ters çevirip, salata ve yoğurtla süsledim.
işte bu kadar :)


afiyet oldu :)

25 Temmuz 2011 Pazartesi

beypazarı

haftasonu şuraya mı gidelim buraya mı gidelim hengamesinin galibi beypazarı oldu.
önce kastamonuya gidip, 1 gece kalma planları yaptık
sonra kastamonu çok kuru olur, deniz görelim dedik, rotamızı inebolu ya çevirdik.
amma düşündük ki, pazartesi iş var, daha yakın, daha az yorucu olsun..
ve nihayet beypazarında karar kıldık..

ankara dan günübirlik olarak rahatça gidip gezilebilecek bir yer beypazarı.
çok fazla yer gördüğümden mi, bu eski osmanlı mimarisi artık her yerde boy gösterdiğinden mi bilinmez, beni pek etkilemedi..
iyidir güzeldir hoştur, ilk anda osmanlının o mistik havasında bulursunuz kendinizi lakin sanki birşeyler eksik.. gün içerisinde konakları dolaşırken o eksikliğin nerede olduğunu arar durursunuz.. ama yok.. bulmak ne mümkün..
belki bir deniz olsa yakınında, ya da güzel ağaçların süslediği bir orman.. daha anlamlı olurdu beypazarı..
meydandan yukarıya doğru çıkarken sağlı sollu dükkanlar ve size birşeyler satmaya çalışan insanlar var.
aşağıdan başladığınız yolculukta, eğer biraz uyanıksanız, yukarı çıkana kadar sunulan ücretsiz ikramlar sayesinde epey karnınızı doyurabilirsiniz. lokumlar, karadut suları, kurular, ev baklavaları, sarmalar..
yukarı doğru çıktıkça mimari daha belirgin hale gelir ve zirveye yakın yerlerde konuşlanmış muazzam konakları -parasıyla- gezme imkanı bulursunuz.

evlerin içinde en çok dikkatimi çeken şey, dolapların içerisine gizlenmiş banyo ünitesi idi.. her odada evin baş köşesine monte edilmiş işlemeli ahşap dolap ve onun içinde özel olarak ayarlanmış banyolar vardı. sanırım ebeveyn banyosu denen olay sandığımız kadar yeni birşey değil.
ÖNERİLERİM
mevaların konak denen yerde etli sarmanın tadına bakabilirsiniz.
el yapımı sabun üreten birkaç dükkandan her türlü ihtiyacınız için sabun temin edebilirsiniz.
yine el yapımı olan ahşap oyuncakçılardan çocuğunuz için oyuncak alıp onu mutlu edebilirsiniz.
meydandan yukarı doğru çıktıktan sonra karşınıza gelen alaaddin camiinin içine girip serinleyebilir ve namazınızı eda edebilirsiniz.
alaaddin camiinin yan sokağından ilerleyip yaşayan müzeye girebilir ve masal ebesinden çocuğunuza özel masal dinleyebilirsiniz.
beypazarı tarhanasını ve eriştesini de çantaya atmayı unutmayın.
ayrıca inözü vadisinde kendin pişir kendin ye usulüyle pikniğe benzer bir akşam yemeği yemeniz mümkün.
hıdırlık tepesine çıkıp beypazarını kuşbakışı temaşa edebilirsiniz.

20 Temmuz 2011 Çarşamba


Dün akşam bir aile dostumuzu evinde ziyarete gittik. Gittik gitmesine de konuşulanlardan tek kelime anladın mı diye sorsanız "hayır" cevabını şap diye yapıştırırım.
Normalde akşam namazı sonrası bekliyoruz demişti ev sahipleri. Biz de namaz sonrasında çıkarız diye düşünerek ağırdan almıştık epey. Ama Ahmet Akif gibi bir oğlumuz olduğunu unutmuşuz belli ki.
Tam çıkacakken kaka yapması ve anne beni yıka diye tutturması üzerine banyoda aldık soluğu. Yıkandıktan sonra bornozu bile üzerinde görmeye tahammül edemeyen Akifin evin içerisinde bir oraya bir buraya koşması da cabası. Ne üstünü giymeyi, ne de altını bağlamayı bir türlü kabul ettiremeyişimiz ve akıp giden dakikalar, geç kalınan bir randevu sinir katsayımın hızla yükselmesine yetti.
Güç bela üstünü giyen akif, tam çıkacakken ayakkabılıkta gördüğü kışlık greyderini giymeyi istemez mi.. O greyder için ısrar ederken, ben de aynı dirençle sandaletleri ayağına sokmaya çalıştım. Greyderdi, sandaletti derken savaşı ben kazandım ve sandaletleri sağ salim ayağına giydirmeyi başardım. Kapının anahtarını iç kısımdan çıkarıp, dışarıya taktığımda bir de ne göreyim, sandaletler çoktan çıkarılmış greyder giymek için pozisyon alınmış bile. Tekrar aynı dirençle karşılaşacağımı bildiğimden, hadi sandaletlerini giy, botlarını da arabada giyeriz dedim, neyseki ikna oldu. Sandaletler ayakta, botlar elde.. Bu şekilde çıktık yola.
Arabada bot giyeceğim diye tutturdu yine, ama birazdan amcaların evinde olacağımızı, orada zaten ayakkabılarımızı çıkaracağımızı söyleyince daha da ısrar etmedi. Zaten ısrara devam etseydi, muhtemelen eşime beni eve geri götürmesini ve misafirliğe yalnız gitmesini söyleyecektim.
Bundan sonra olanları düşününce keşke Akif ısrar etseymiş ve biz evde kalsaymışız diye düşünüyorum.
Neyse, eve güç bela vardığımızda, ev sahipleri bizi kapıda karşıladı. Sıcak bir hoşgeldin ile içeri alındık. Ben ayakkabılarımı çıkarma ile uğraşırken, - Hüs de o arada selamlaşma faslında idi- Akif çoktan salonun yerini bulmuş ve orta sehpanın üzerindeki işlemeli şekerliğin kapağını açmıştı... Selamlaşma faslından sonra salona doğru yönelince gördüklerim karşısında gecenin zor geçeceğini anladım- ne kadar zekiyim di mi?- Akif şekerliğin içindeki cam boncukların hepsini sehpanın üzerine boca etmiş, oynamaya çalışıyordu. Neyse ki ev sahibi hanım torun sahibi olduğundan çocuk halinden anlıyordu. İnşallah boncuklarla uzun süre oynar diye geçirdim içimden. Ama maalesef konsantrasyonu en fazla 3 dakika sürdü ve yeni birşeyler aramaya koyuldu. Gittiğimiz ev, Osmanlı usulü döşenmiş, çok şık ve şıkır şıkır bir yerdi. Her köşede çiniler, işlemeli porselenler, pahalı tablolar...
Neyse..  
Bu kadar uyarıcı nesneyi görünce Akifin meraktan çıldırmaması mümkün değil. Herşeye dokunmak, hepsi ile oynamak istedi. Kimisine evet dedi ev sahipleri, kimisine hayır. Bana kalsa hepsi hayırlıktı ama insaflılarmış sağolsunlar.
Kahvelerimizi yudumlarken "Anne ben ondan içicem" diye tutturdu önce. Olmaz dedikçe istedi, istedikçe ben olmaz dedim.. En sonunda hayır içmeyeceksin dedik kapandı. Birkaç dakika sonra anne ben çay istiyorum dedi. Ev sahibesi nasıl çay içiyor diye sordu, ben de paşa çayı dedim. Akif de bu paşa çayı lafına öyle bir taktı ki kafayı.. En az 5 kere anne ben paşa çayı istiyorum diye tekrarladı. Çay bardağında getirilen paşa çayını beğenmedi, kahve fincanına koydurdu. Bu sefer fincanın içindeki çayın, bizim içtiğimizle aynı olmadığını anlayınca kendini ağlamaya verdi.

Anne ben paşa çayı istiyoooooooooooom
Anne ben paşa çayı istiyoooooooooooom
Anne ben paşa çayı istiyoooooooooooom
Böhüğğğğğğğğğğğğğğğğğ

Bu sırada delirmenin zirvelerine hızlı bir şekilde çıkan ben, utancımdan yerin dibine geçtim. Evine geldiğimiz kişi milletvekili, hanımı sabırlı, sabırlı olmasına ama geleli yarım saat olmadı daha.. Bu gece biter mi diye düşünmeye verdim kendimi.. Sevgili Hüs, bu arada milletvekili ile ülkeyi kurtarma derdindeydi..

Neyse uzatmayayım..
Gece boyunca Akife sırasıyla tren, gitar,2 bebek, 3 araba, 1 uçak verildi. Ama hiçbirinden mutlu olmadı.
Ben patlama noktasında dolanırken, Hüs memleketi kurtamanın verdiği rahatlıkla "Hadi kalkalım" demez mi... Dünyalar benim oldu.
Bu gece de böyle bitmiş oldu.
Yaklaşık 3 saat oturduk ama ben 2 sene yaşladım..

Anne olmak; kepazeliği marifetmiş gibi anlatmaktır.

NOT: Akifi anlamak için gözlerine bakmak yeterli (:

18 Temmuz 2011 Pazartesi


Kızkardeşim-mommo diye bir film var. Kültür bakanlığı tarafından izinli filmlerden. Ayrıca MEB de izinleyip, ilköğretim seviyesindeki çocuklara izletilmesini tavsiye etmiş.
Yurtdışından birçok ödül almış ama Türkiye'de hak ettiği ilgiyi görememiş bence.
Müziklerini Erkan Oğur yapmış. Annesiz kalan 2 çocuğun hayatını anlatıyor. Belirgin bir olay örgüsü ve yan hikayeleri olmayan, sıradan, iddiasız bir film gibi gözüküyor ilk başta..
Ama hikayenin ana karakteri Ayşe'nin bakışları sizi öylesine çekiyor ki içine.. Öyle sade, öyle gerçek ki.. Sonuna kadar bir çırpıda izliyorsunuz.
Didim tatili dönüşü otobüste izledim ben bu filmi. Esasında film seyretmeyi hatta türk filmlerini hiç sevmem.. Zaten bu filmi de "şöyle bi bakayım, beğenmezsem kapatırım" diyerek açtım, ama bitene kadar kopamadım. Bittikten sonra da neden bu kadar çabuk bitti diye hayıflandım..
Türklerde acaip bir kanı vardır, bir film çok ağlatıyorsa güzeldir.. Babam ve oğlum örneğinde sinema salonundan çıkan insanların gözlerindeki kızarıklıktan ve yüzlerindeki memnuniyetten hatırlarsınız.
Bu filmin bir anneyi ağlatmaması imkansız.. Ama filmin güzelliği ajitasyonundan değil-ki bence ajitasyon değildi hiçbiri-, doğallığı, mekanların çocukluğumun geçtiği yerlere olan benzerliği ve etrafımda böyle örneklerin çok oluşu filmi güzel kılan..
Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

Başlarken..

bu blogda bir annenin hayatından kareler bulacaksınız.
zaman zaman çıldırma noktasına gelen handikapları
zaman zaman mutlu eden detayları
bazen hanemizde pişen yemekleri
bazen de gördüğümüz güzellikleri paylaşacağım..
öyle ki; bir anne hem aşçı, hem komedyen, hem jurnalist, hem doktor, hem eczacı, hem x, hem y dir aynı zamanda..
tek bir bedende binlerce meslek barındıran kişiye anne denir..

vira bismillah..